Sunday, October 31, 2010

Halloween nedir? nerden çıkmıştır?

Halloween 31 Ekim'de özellikle Kanada, ABD ve İrlanda'da kutlanan bir bayramdır. Halloween'de ürkünç kıyafetler giyilir, büyük ateşler yakılır, evlerin kapıları çalınıp "şaka mı, şeker mi" diye sorulup şeker toplanır, bal kabakları oyularak lambalar yapılır. Peki bu kutlama nereden geliyor?

Halloween eski birkaç bayramın ve batıl itikatın toplanmış ve mutasyona uğramış halidir. İlk izleri keltlerde görülmektedir. Keltler sonbaharın bitip, kışın başladığı bu zamanda, kötü ruhların dünyaya geçişinin daha kolay olduğuna inanırlardı. "Bu evde zaten kötü bir ruh var, sen başka bir yere git" intibası yaratmak istediklerinden de korkunç kostümler giyerlerdi. Kışın başladığı bu zamanın diğer bir özelliği de, hayvanların kesilme ve etlerin hazırlanma zamanı olmasıydı. Bu sebeple büyük ateşler yakılır ve tüm kemikler bu ateşlerde yakılırdı.

Halloween'i bugünkü haline gelmesinde etkili olan diğer bayramlar ise Katoliklerin 1 Kasım'da kutladıkları Azizler günü ve Romalıların 13-21 Şubat'ta kutladıkları Feralia festivali.

Keşke bizde de olsaydı. Kimbilir ne kadar eğlencelidir.

Friday, October 29, 2010

Drakula Hormonu

Kocam sabahları bir mutluluk böceği gibi kalkarken, ben neden sabahları ancak Sleep Cycle sayesinde kalkabiliyorum konusunu araştırmaya kadar verdim. Tam olarak bendeki sebebin az uyumak mı, yoksa başka birşey mi olduğunu öğrenemesem de uyku ile ilgili enteresan şeyler öğrendim.



Bir insanın uykusunu düzenleyen en belirgin şey ışık. Göz retinamız ışığı algıladığı anda beynimizdeki hipotalamus bölgesine haber gidiyor. Burada vucut ısısını, hormonlarımızı ve uykulu/ayık hissetmemizi sağlayan supra-chiasmatic nucleus (SCN) isimli bir bölge harekete geçiyor.

SCN vucut saatimiz sayılır. Gözümüze ışık geldiği andan itibaren SCN vucut ısısını arttırmaya, cortisol gibi uyanmamızı sağlayan hormonlar salgılamaya ve melatonin gibi uyku hormonlarını yok etmeye başlıyor.

Melatonin ise beynimizin ortasında bulunan pineal bezesi tarafindan üretilen ve uyku düzenimizi ayarlayan bir hormon. Gün boyunca pineal etkisini gösteremiyor. Güneş battığında SCN harekete geçiyor, pineali calıştırıyor ve melatonin salgılanmaya başlıyor. Genelde melatonin salgısı akşam 9'da başlayıp, artmaya devam ediyor. Güneşin doğması ile birlikte melatonin vücutta etkisini hızlı bir şekilde kaybediyor ve gün boyunca hiç görülmüyor.

Güçlü yapay ışık da aynı şekilde melatoninin yok olmasına sebebiyet verir. Bu sebeple melatonine aynı zamanda Drakula hormonu da denir.

Yani kısacası uyanmak için ışıkları açın.

Thursday, October 28, 2010

Truly Ergonomic klavye

Bilgisayar başında çok oturmaktan, çılgın gibi klavyede yazı yazmaktan hepimizin eli, kolu, boynu ağrıyor.Truly Ergonomic markalı bir klavye tüm bu ağrılara son verme amacı ile farklı bir klavye üretmiş, resimde görüyorsunuz. Tuşların konumları sebebiyle çok daha rahat yazılıyormuş ve piyasadaki en sağlıklı klavye imiş. 
Diyorlarsa bir bildikleri vardır kesin ama senelerdir aynı tip klavye ile yazan bizler, yeni bir klavyeye alışmak için 200 dolar verir miyiz? Yeni bir klavye sistemine alışmak minimum 1 ay, çekilir mi yahu? Ancak çok güvendiğim birileri denese de bana övseler veya hediye gelse belki ben de denerim ama buna 200 dolar vermem sanırım. Tempur yatak almaktan daha beter, alışırsam sever miyim, nerden bileyim.  Peki siz bu klavyeyi denemek ister misiniz?

Wednesday, October 27, 2010

Tsunami (Su-Naa-Mii) nedir?

Bugün Endonezya'da gerçekleşen 7.7 büyüklüğündeki depremin yarattığı Tsunami 100'ün üzerinde kişinin hayatına mal oldu. Amerikan Okyanus ve Hava Bilimi Birimi NOAA'nın sitesinden Tsunami'nin ne olduğu hakkında bilgi aldım.
Öncelikle en baştaki T harfini okumamamız gerektiğini söyleyerek başlayayım, Su-Naa-Mii diye okunmalı. Okyanus zemininde gerçekleşen depremler, zemin kayması, volkanik patlamalar ve nadiren de meteor çarpması sonucunda oluşan yüksek dalgalara verilen isim. Bilinen en yüksek tsunami 1883 yılında Krakatau yanardağının patlaması sonucu oluşan tsunamiymüş ve yüksekliği 40 metreye ulaşmış. 

Pasifik okyanusu dibi son derece engebeli, dağlık olduğu ve volkanları da bolca bulunduğu için en çok tsunami yaratan okyanus. Bu tsunamilerden kıyıya ulaşmadan önce haber almak için Pasifik Tsunami alarm sistemi Honolulu Hawaii'de kurulmuş ve hizmetlerinden 26 ülkenin faydalanıyor. 

Tsunamilerle ilgili beni şaşırtan bir konu, okyanus üzerinde ilerlerken genellikle sadece 1 metreden kısa oldukları ve gemi üzerindeyseniz hissedilemeyeceği oldu. Halbuki Poseidon filminde biz farklı izlemiştik. Tsunami okyanus üzerindeyken neredeyse bir yolcu uçağı hızında ama kısa bir dalga şeklinde ilerliyor (yaklaşık saatte 900 km hızla) Tsunami gücünü kıyıya yaklaştıkça alıyor. Birden su çekilmeye başlıyor ve dalga çekildiği ölçüde yükseliyor. Dalgalar çekilirken taş, gemi, kalas ne varsa içine alıyor ve maksimum yüksekliğe ulaştıktan sonra tüm topladıkları ile saldırıya geçiyor. Ayrıca tek bir dalga şeklinde değil, dalgalar serisi şeklinde de olabiliyor ve ilk dalga vurduktan sonra 1 saat daha tehlikesi devam ediyor.

Tsunami oluşmasında birçok faktör bulunuyor; depremin büyüklüğü, dikey hareketliliği, suyun derinliği, enerjinin transfer olma etkisi gibi. İç denizlerde de tsunami olma olasılığı var ama çok nadir görülen ve tespit edilen bir hareketlenme olduğu söyleniyor. Kandilli rasathanesi profesörlerinin genel kanısı ise Marmara denizinde ancak Tsunamicik olabileceği .

Tuesday, October 26, 2010

BOP ne demektir?

Bugün ofiste arkadaşım Merve'ye bir öneride bulundum, cevap olarak bana "BOP" dedi. Hayal meyal hatırlıyorum pass cinsi birşeydi ama hangi oyunda olduğunu ve ne anlama geldiğini hatırlayamadım, sonrasında Merve'ye sorunca onun da aklı karıştı. Ama dahası "git araştır yaz bakalım Meraklınane'ye okuyalım" dedi. 
Yahu oturdum okumaya başladım bir uyku bastırdı anlatamam. Sanırım tamamen kavramak için insanın bir hayli kağıt oyunu meraklısı olması gerekiyor. Bende de hiç yok, iyi mi... Neyse nadide okurlarımı kırmayıp yine de en hızlı tarafından bakıverdim.

BOP Poker'de Pas yerine de kullanılan bir terim anladığım. Pas'tan farkı ise tur döndükten sonra halen konuşma ve arttırma hakkınızı elinizde tutuyorsunuz. BOP üzeri bahis arttırmak bazı poker oyuncuları tarafından acemi ve etik olmayan bir aksiyon olarak değerlendirilirmiş. Daha iyi bilen varsa lütfen bizi aydınlatsın. Anladım ki  merakımın da bir iki limiti var; kumar ve futbol :))

Monday, October 25, 2010

Bir devir kapanıyor - Walkman

Bugün Sony artık kaset Walkman üretimini durdurduğunu ilan etti. En son bu yılın Nisan ayında üretim yapan Sony, üretime ilk olarak 1979 yılında başlamıştı. Şimdi size Walkman devrinin kapanışı vesilesi ile sevdiğimiz, gençlik anılarımızı süsleyen Walkman'in hikayesini anlatacağım.

Andreas Pavel
Walkman'in orjinal ismi aslen Stereobelt ve Andreas Pavel isimli Alman bir mucit tarafından 1972 yılında bulunmuş. Pavel buluşunu 1977 yılında Almanya'dan başlayarak birçok ülkede patentlemiş. Pavel bu buluşunu ürettirmek üzere Philips, Grundig gibi birçok üreticiye götürmüş fakat herhangi bir olumlu yanıt alamamış. 1979 yılında Sony, Walkman üretip piyasaya sürünce 2003 yılına kadar süren yasal bir çekişme başlamış. 24 sene boyunca mahkemelerde cebindeki son kuruşuna kadar savaşan Pavel, 2003 yılında Sony ile anlaşma yapabilmiş ve hak ettiği parayı almış. Meblağ tam olarak açıklanmasa da 10milyon dolar ve Walkman satışlarından hisse şeklinde söylentiler var. 
İlk Walkman modeli





Walkman ismi Sony şirketine ait bir marka. Walkman ismi düşünülürken değerlendirilen diğer isimler Soundabout ve Stoneaway. İlk Walkman modeli TPS-L2 idi. Çift kulaklık girişi sayesinde iki kişinin aynı anda müzik dinleyebilmesine imkan tanıyordu. Hatırlarsınız penceresinin üzerinde de kabartma ile Stereo yazardı. 
İkinci model
İkinci üretilen Walkman modeli ise Walkman II idi. Kasetin kendinden sadece biraz daha büyüktü. Tek kulaklık girişi vardı., belli ki tüketicilerin Walkmanlerini tek başlarınayken dinlediklerini keşfetmiş. Özellikle küçük olması sebebi ile en çok tercih edilen Walkman modellerinden biri oldu ve 1.5 milyon adet sattı. 1984'de ilk Discman'in üretimiyle hızlı bir şekilde unutuldu. 

İşte size nostalji yapabilmeniz için bazı eski walkman modelleri. Halen evinizde duruyorsa saklayın, yakında antika dahi olur onlar.  

Walkman ile daha fazla bilgi almak isterseniz Walkman Central sitesini ziyaret edebilirsiniz.






Sunday, October 24, 2010

Wikileaks nedir?

Muhtemelen haberlerde okumuşsunuzdur; 390.000 Irak savaş belgesi Wikileaks'den dünyaya sızdı. Kimdir, nedir bu Wikileaks, bilmeyenlerinize anlatayım.

Wikileaks, dünyadaki herhangi bir insanın politika, etik, insan hakları, savaş, diplomasi ve tarihi konularında istediği bilgiyi/belgeyi bırakabileceği ve kim olduğunun ortaya çıkmasından çekinmeyeceği son derece gizli  bir mesaj kutusu. Bu mesaj kutusuna gizlice bırakılan belgeler kontrol edildikten sonra tüm dünyanın görmesi için Wikileaks.org sitesinde yayımlanıyor.Wikileaks'le ilgili bazı şaşırtıcı bilgiler şöyle;



  • Wikileaks'in sahibi Sunshine Press isimli bir şirket.
  • Kurucularindan biri, baş editörü ve basın sözcüsü Julian Assange isimli eski bir hacker. Geçmişte birçok farklı yeri hack ettikten sonra kırılamayacak güvenlik sistemleri üzerinde kendini ve yazılımlarını geliştirmiş. 1971 doğumlu. 
  • Toplam çalışan sayısı 5 kişi fakat dünyanın farklı yerlerinde 800 üzerinde gönüllü gazeteci ve avukat hiçbir ücret almadan Wikileaks için çalışıyor. 
  • Kendilerine gelen bilgilerin gizli kalması için herhangi bir yerde asla log tutmuyorlar, serverları İsviçre'de (İsviçre kurallarına göre bu bilgilerin açıklanması yasadışı), bilginin gönderiliş şekline ilişkin çok net önerileri var. Mesela asla evinizden ve iş yerinizden bilgi göndermeyin, internet kafe veya wifi üzerinden gönderin diyorlar. Encrypt etmek ile ilgili de birçok önerileri var. Tüm bu önlemler sonunda bilginin kimden geldiğini kendileri dahi bilmiyorlar. 
  • Bilgileri kontrol etmek için klasik gazetecilik yöntemlerini ve gönüllü ağlarını kullanıyorlar. Gerektiğinde diğer gazete ve haber ajanslarından da fikir alıyorlar. 
  • Yılda 200.000usd para harcamaları var ve sadece bağış ile işlerini döndürüyorlar. En büyük bağışçıları ise diğer haber ajansları ve gazeteler. 
  • Wikileaks'in kendi sayfasında yazan amacı özetle medyayı tamamen özgürleştirmek.
  • Haklarında açılan ve kazanılabilmiş bir dava yok ama dava açanlar arasında Çin Hükümeti, Pentagon, Scientology, Katolik ve Mormon kiliseleri ve birçok Rus ve İsviçreli özel kuruluşlar var.
  • Wikileaks adına çalıştığı bilinen kişilere halen pek farklı konularda ve zamanlarda tutuklama, göz altı ve soruşturmalar yapılıyormuş. 
  • Birçok ülke içinde wikileaks kelimesi geçen internet adreslerini banlıyor ama nafile, zira birçok farklı adresten ulaşılabiliyormuş. 
Assange'nin TED konuşması için buraya tıklayabilirsiniz.

Saturday, October 23, 2010

Obama - It gets better

Eylül ayında It gets better diye bir projeden bahsetmiştim. Son günlerde okullarında kötü muamele gördükleri için intihar eden gay çocuklara umut vermek için başlatılan bir proje idi. Proje Eylül ayında size yazdığımda henüz ilk günündeydi, bir ay içinde 1.700.000 kişi tarafından izlenilmiş ve yüzlerce video mesajı bırakılmış. Bugün Obama da It Gets better videosu ile kampanyaya katıldı ve "merak etmeyin sizi seven büyükler, insanlar var" deyip, her türlü ayrımcılığı kınadı. "Gelecek günler sizler için ve Amerika için çok daha iyi olacak" dedi. Kendisine helal olsun diyorum. Adama bak, bir sosyal medya kampanyasına katılmaya vakit ayırmış, videosunu çekmiş, herhangi bir formaliteye takılmamış. Ellerine sağlık Obama. You Tube'dan kendiniz izlemek isterseniz buyrun buraya tıklayın.

Thursday, October 21, 2010

Boğaziçi köprüsü bel verdi

32. Avrasya maratonu pazar günü koşuldu. Koşuya katılmadım ama katılan arkadaşlarım köprünün çok fena sallandığını söylediler. İnternetteki haber videolarını izledim ve gerçekten dehşete düştüm. Buyrun önce köprünün nasıl sallandığını izleyin. 

Duymuşsunuzdur veya görmüşsünüzdür askeri birlikler köprülerden geçerken her zaman serbest adım geçerler, asla uygun adımda geçmezler. Bunun sebebi ritimli yürüyüşün rezonansı arttıracağı ve köprünün yıkılmasına sebep olacağı bilgisidir. Keza Fransa'daki Angers Köprüsü 1850 yılında sadece 450 askerin uygun adım yürümeleri sonucu yıkılmıştı.
Tarihte daha birçok örnek de bulunuyor, en yenisi de 2000 yılında Londra'da açılan Millenium Köprüsü. Bu köprünün açılış gününde üzerinde binlerce kişi yürüyüşe çıkmış. Köprünün bir sağa bir sola sallandığını gördüklerinde mühendisler inceleme yapmış ve köprüyü iki sene süreyle tadilat amacı ile kapatmışlar.

Millenium Köprüsü
Hiç kimse uygun adım yürümemesine rağmen, nasıl oluyor da köprüler bu kadar fazla sallanabiliyorlar? Aslında insanlar uygun adım yürümeseler bile, bir süre sonra ister istemez aynı ritmi tutturuyor. Şöye ki;
Köprüde yürüdüğünüzü hayal edin, çoooook hafif de sağa sola sallandığını. Köprünün sağa sola sallanmasına karşın dengenizi koruyabilmek için siz de ister istemez penguenler gibi sallanmaya başlayacaksınız. Sizin gibi dengesini korumak isteyen insan sayısı arttıkça, köprü üzerindeki rezonans da artacak. İnsan artacak, rezonans artacak döngüsüne girince köprü rezonansa dayanamayacak. Bu nahoş sondan kurtulmanın yolu asma köprülere rezonansı emici yatay instolasyonlar koymakmış. Bizim köprüde vardır diye Japonlara güveniyorum :) Ayrıca Binali Yıldırım da "Elektrik direkleri sağa sola yaylanıyormuş. Elektrik direkleri aksesuar. Mesela saçın rüzgarda sağa sola savrulursa... Onun gibi bir şey. Ama kökü orada direğin. Hiç milleti paniğe kimse sevk etmesin, her şey yolunda. Bunları takip eden sensörler var, kontrol odaları var. Herhangi bir sınır değerinin üzerinde bir şey olduğunda zaten müdahale ediliyor." demiş.

Ted talks'da Steven Strogatz isimli bir matematikçi köprüde yürüyen insanların yarattığı rezonansı Sync başlıklı konuşmasında örneklerle göstermiş. İzlemek isterseniz buradan tıklayın, özellikle 16. dakikadan itibaren bu örneği açıklıyor.

Geçtiğimiz senelerde de köprü böyle sallanmış mıydı da benim kulağıma gelmemişti? Aranızda bilen, duyan var mı?

Wednesday, October 20, 2010

Schadenfreude - İnsanlar ne tiksinciz!

Boston Legal dizisinin bir bölümünde avukat Alan Shore,bir katil zanlısı müşterisi olan ünlü bir kadın yıldızı savunurken Schadenfreude terimini kullandı. Başkalarının başına gelen kötülüklerden zevk almak demekmiş. Bununla ilgili yapılan bilimsel çalışmalardan da bahsetti. Kulaklarıma inanamayıp girip araştırdım. Gerçekten de böyle bir Almanca kelime var ve konuyla ilgili birçok bilimsel makale de bulunuyor. Bulgular şöyle;
  • Kendine güveni düşük olan insanlar daha çok Schadenfreude hissediyormuş. 
  • Erkekler kadınlara göre daha fazla hissediyorlarmış. Özellikle kötü olduğunu düşündükleri kişilerin başına kötü şeyler geldiğinde aldıkları haz çok daha yüksek oluyormuş. "Allahın sopası yok" deyimi de bunun Türkçe yansıması olsa gerek.
  • Çok özenilen kişilerin başına kötü şeyler gelmesinin de yine aynı derecede haz uyandırdığı MR makinaları ile tespit edilmiş. "Nazar değdi de herhalde bunun bir yansıması".
Şimdi zorlama bazı kavramları birbirine bağlayacağım: Eğer Secret'da anlatılanları doğru kabul edersek, Schadenfreude esasına göre özendiğimiz birinin başına kötü şeyler gelmesini beynimiz çağırıyor. Kişi ne kadar göz önünde ise o kadar fazla kişi tarafından Schadenfreude'si isteniyor. Nazar değiyor. 

If Secret=TRUE and IF Schadenfreude=TRUE than Nazar=TRUE :P

Tuesday, October 19, 2010

Uydular o yükseklikten nasıl fotoğraf çekiyorlar?

İşte yine bir okur sorusu... Filmlerde gördüğümüz o uydu fotoğraflarının gerçekten o kadar netlikte çekilip çekilemediğini soruyor. Cevap veriyorum : Evet gerçekten çekebiliyormuş. Uydunun adı GeoEye-1. Dünyada eşi benzeri yok. Ana sponsor Amerikan Hükümeti, ikinci sponsor ise malumunuz Google.Gelin bu güzide uyduyu tanıyalım :P
  • Dünyayı izleyen en gelişmiş uydu olan GeoEye 1, 2008 yılında fırlatılmış. 
  • Yeryüzünden 681km yukarıda seyrediyor. 
  • Bir gün içinde dünyayı 15 kere turlayabiliyor. 
  • Anlayanlar için yazıyorum (ben anlamıyorum da) ; 0.41-metre panchromatic (siyah beyaz) ve 1.65- metre multispectral çözünürlükte fotoğraf çekebiliyormuş. 
  • Bir günde 700.000km2'lik alanın fotoğrafını çekebiliyor. 
  • Dünyadaki herhangi bir noktayı en fazla 3 günde bir tekrar ziyaret edebiliyor.
  • Yörüngesi güneş ile senkronize olduğu için her daim üzerinden geçtiği yerin yerel saati 10:30. 
  • GeoEye'ın NOAA (Amerikan hava ve deniz birimi) ile anlaşması doğrultusunda halka açıklanan resimlerin en yüksek 0.5 metre çözünürlükte olmasına izin veriliyormuş. GeoEye çektiği resimleri Google'a verirken küçülterek veriyormuş.
  • Bu arada herhangi bir sebep ile GeoEye'ın verilerinden yararlanmak isterseniz ve haritacılık işinde değilseniz gidip satın alabilirsiniz. Hatta size özel çekim yapılmasını isteyebilirsiniz. Enemy of the State, Bourne Ultimatum, X-Men 3 gibi birçok filmde GeoEye'dan alınan görüntüler kullanılmış.
ITT Schaub Lorenz diye bir televizyon markası vardı, belki hatırlarsınız. Şimdi sorsam "ay eski dandik bir markaydı" der geçersiniz ama inanmazsınız GeoEye-1'in optik kameralarını ITT yapmış, yaaa. Nostaljik ITT reklamını izlemek ve o eski günleri yad etmek isterseniz buyrun burdan tıklayın.

Saturday, October 16, 2010

Yüzen şehirde yaşar mısınız?

Yine gezinirken Vincent Callebaut isimli bir 1977 doğumlu, birçok ödül sahibi bir mimara rastladım. Lilypad (Nilüfer) isimli bir yüzen şehir tasarlamış. Bu şehirlerin bir tanesi 50.000 kişiyi barındıracak büyüklükte. Ekvatordan, güney kutbuna kadar heryeri dolaşıyor olacak. Suyun altında da yaşam alanları var. Binalar harcadığından kat kat daha fazla enerji üretebilecek düzeyde olacakmış. Benim gibi araba, gemi
salıncak, sallanan bacaktan midesi bulanan birine göre değil ama fikir son derece ilham verici. 
Siz yaşar mıydınız bu şehirde?



Bu binanın yanında gökdelen orman gölgede kaldı.

Thursday, October 14, 2010

Tylenol'lu fareler

Amerika'lı bilim adamları Guam'da birçok canlının yok olmasına sebebiyet veren kahverengi yılanları öldürebilmek için çok ilginç bir yönteme başvuruyor. Uçaktan içi Tylenol ile doldurulmuş binlerce parmak büyüklüğünde ölü fareyi ormana atacaklarmış. Kahverengi yılanlar bu Tylenol'lu fareleri yediklerinde önce komaya girip sonra ölüyorlarmış. Yüzlerce farklı canlının neslinin tükenmesinden sorumlu olan bu yılanlardan çok korkulmasının diğer bir sebebi ise artık sayıca iyice fazlalaşmış olmaları ve Havaii'ye gidip orayı talan etme ihtimalleriymiş.

Wednesday, October 13, 2010

Yapraklar neden renk değiştirir?

Bugün Boğaziçi Üniversite'sinin bahçesindeydik ve sonbaharla birlikte renk değiştiren yapraklara bakıp hayran kaldım. Arkadaşlarımla birlikte bir yaprak kopardık, inanılmaz bir rengi vardı. Resimde görünen kırmızıdan da daha hoş bir kırmızı. Yaprakların nasıl olup da bu ilginç ve harkulade renklere büründüğünü araştırdım. 

Yapraklar besinlerini güneşten aldıkları için kısalmaya başlayan günlerde bu besin kaynağı da azalmaya başlıyor. Yapraklar da yaz boyunca depoladıkları besini kullanırlar. Besin oranı azaldıkça yaprağın yeşil renk pigmentleri de etkisini yitiriyor ve farklı renkler ortaya çıkıyor.
 Yaprak renklerini etkileyen diğer bir faktör de hava koşulları. En renkli yaprak oluşumları kuru, sıcak bir yazın ardından yağışlı bir sonbahar olması. Sonbahadarda eğer erken don olursa kırmızının yoğunluğunda azalma gözlemlenir. Yağmurlu ve kapalı günler ise daha canlı kırmızılar olmasına sebep olur.

Dİğer ilgili haberler: Pastırma yazı nedir?

Pastirma yazi nedir?

Havalar soğumaya başladıkça herkes pastırma yazını bekler oldu. Nedir bu pastırma yazı anlatayım.
Bir kere hurafe değil, meteorolojik bir olay. Havanın beklenmedik bir şekilde mevsim normallerinin üzerine çıkmasına verilen isim. Genellikle Ekim ortasi ile, Kasım'ın ilk haftaları arasında, ilk don olayının hemen arkasından gerçekleşiyor. Aniden soğuyan hava atmosferdeki jet akımının yön değistirmesine sebep oluyor. (Jet akimi sicak hava kutlesi ile soguk hava kutlesi arasinda bulunan hava akiminin adi. Jet akimlari havadaki ani sicaklik degisiklik sebeplerinin basinda gelir) Bu değişim de havanın bir hafta süreyle ısınmasını sağlıyor. Bazen 10 güne kadar uzayabiliyor.




İsminin Pastırma yazı olmasının sebebi ise Kasım ayının eskiden pastırma yapma zamanı olmasından kaynaklanıyor. Bunun da iki sebebi var: kuzu ve ineklerin ilkbahar ve yaz aylarında otlanmak için daha cok olanakları olması ve dolayısıyla daha çok süt veriyor olmaları. Bu yüzden kuzu ve inekleri kışın kesmek daha mantıklıydı. İkinci olarak da pastımanın yaz ayında kurutma aşamasında kolaylıkla bozuluyor olması ve bu sebeple mikrobu kıran kar altında daha sağlıklı kurutulabiliyor olması.

Saturday, October 9, 2010

Theo Jansen - kinetik heykeltraş

Theo Jansen isimli bir mucid ile karşılaştım biraz önce, kendine kinetik heykeltıraş diyor. Plastik tüpler kullanarak yeni bir heykel, robot, yaratık üretiyor. Amacı ürettiği bu yaratıkların kendi başlarına plajda yaşayabilmelerini sağlamak. Resimlerden anlaşılacak gibi değil. Gidip videolarını izlemeniz gerekiyor.

Bu yaratıklar inanılmaz dengeli bir biçimde sahil boyunca yürüyebiliyorlar. Enerjilerini rüzgardan alıyorlar. Denize gittiklerinde veya kuru kuma gittiklerinde durup yönlerini değiştiriyorlar çünkü sadece ıslak kumda yürüyorlar. Üstünde bulunan bir tüp sayesinde suya girdiğinde geri dönmesi gerektiğini anlıyor. Ayrıca yaratığın üzerinde bir binary adım sayar var. Bu adım sayar sayesinde tam olarak denizden veya kuru kumdan
ne kadar uzakta olduğunu anlayabiliyor.  Yaratıkların dengesi o kadar harika ki 3.2ton ağırlığında malzeme de taşıyabiliyorlar. Son özellikleri de fırtına yaklaştığında kendilerini sabitlemek için yere kazık çakıyorlar. Daha detaylı izlemek için Theo Jansen'in sitesini ziyaret edebilirsiniz. Yukarıda özetlediklerimi sanatçının kendi ağzından dinlemek için TED Talks'u ziyaret etmeniz gerekli.












Theo Jansen ayrıca BMW reklamında "Defining Innovation" sloganı ile rol almış. İzlemek için tıklayın.

Nigar ablanın sade kek tarifi

Ben yemek yapmayı da, yemeyi de vakit kaybı olarak gören kişilerdenim. Bilim kurgu filmlerindeki hapla karın doyurma olayı gerçek olsa hayallerim gerçek olur. Evde 2 yaşındaki oğlumun yemeklerini de babaannesi, anneannesi, bakıcısı hazırlayıp duruyorlar. Ama ileride de oğlumun " Annemin .... sının üzerine tanımam" dediği birşey olsun istiyorum. Kendime alan olarak da kekleri seçtim. Uzun bir süredir arada bir internetten, kitaplardan kek tarifleri arayıp, deneyip duruyorum. Önce sade kek ile başlayayım dedim. Denediğim hiçbir kekin tadı istediğim gibi olmadı. Ta ki Nigar ablanın sade kekini yapana kadar.
Nigar abla Ödemiş'ten bir aile dostumuz. Tüm Ödemiş'te kek ve tatlılarıyla bilinir. Telefonla arayıp tarifi aldım, denedim, sonuç mükemmel. Üşenmezseniz buyrun yapın.


İçindekiler
3 yumurta
1 bardak toz şeker
1 bardak ayçiçek yağı
2 bardak un
1 paket vanilya
1 paket kabartma tozu
1 bardak süt





Öncelikle 3 yumurta ile 1 bardak toz şekeri mikser ile 5 dakikadan az olmamak kaydıyla çırpın
1 bardak sıvı yağı yavaş yavaş tumurta ve şeker karışımına ekleyin. 1 dakika daha çırpın.
Ayrı bir kapta 2 bardak un, vanilya ve kabartma tozunu karıştırın.
Un karışımını da yağ, yumurta şeker karışımına katın.
Karıştırmaya başlamadan önce bir bardak sütü de ekleyin.
Hepsini karışana kadar çırpın ve sonra 1 dakika daha çırpmaya devam edin.
Kalıbınızı yağlayın ve hepsini kalıba dökün
Soğuk fırına koyun ve dereceyi 170 dereceye getirin. Yaklaşık 1 saat içinde olacak. Saatin sonuna doğru çatal batırarak test edebilirsiniz.

Arzu ederseniz 3 çorba kaşığı kakao koyup, unu biraz azaltarak keki kakaolu da yapabilirsiniz.

Afiyet olsun

Friday, October 8, 2010

Ali Koç'un reklam zeplini nerede?

Bu bloğu okuyan bazı arkadaşlarım kendi merak edip, araştırmaya üşendikleri konuları da sormaya başladılar. Bugün arkadaşım Zişan, Ali Koç'un kaybolan zeplininin nerede olduğunu bulmamı istedi. İşte Zişan'cım anlatıyorum.
Ali Koç'un 1999 yılında Hezarfen havalimanın bağlı iken çıkan fırtınada kaybolan zeplini Büyükçekmece gölünün kuruyan yatağında ATV ile gezmekte olan uçak teknisyeni Levent Yılmaz tarafından 8 yıl aradan sonra bulunmuş. Yılmaz önce pervaneyi görmüş, gerisini kazınca da motorunu bulmuş. Motoru arkadaşları yardımıyla çıkartmış ve Hezarfen havalimanına traktörle götürmüş. Burada motoru inceleyen Yılmaz, bunun bir uçak motoru olamayacağını anlamış ve Koç'a ait olabileceğini düşünmüş. Set Air'i arayarak haber vermiş. Set air yetkilileri 8 yıl suda kalmış bir motorun işlerine yaramayacağını söyleyip sende kalsın demişler. Levent Yılmaz da tekrar çalıştırmayı denemiş ama başaramamış ki havada zepline rastlamadık.Bu arada zeplin de 4.5 milyon dolara mal olmuşmuş.

Başka sorusu olan?

Thursday, October 7, 2010

Grönland'dan kopan dev kütleye ne oldu?

260km2 büyüklüğünde

Haberlere illet oluyorum. Önce felaket habercisi gibi açıklamalar yapıyorlar. Sonrasında ne oldu, ne durumda gibi güncellemeleri yapmıyorlar. Herkes unutuyor gidiyor. Benim zihnimi pinglemeye devam ediyor. Bugün herkes son 1000 yılın en soğuk kışı olacakmış konuimaları yapıyordu. Aklıma geliverdi ne oldu şu Gröland'dan kopan buzdağına? Meğer bu dev kütle Eylül ayında Joe kayalıklarına çarparak 2'ye ayrılmış. Sağdaki resimde gördüğünüz Petermann Buzdağının bölünmeden önceki hali. Seyahatini çok yavaş gerçekleştiren bu buzdağının büyüklüğü 87 km2 idi. Aylardır Joe adasına (yine sağ altta resmini görebilirsiniz) yavaş yavaş çarpıyordu. Sonunda bu çarpmaya daha fazla dayanamayıp Eylül ayında ikiye bölünmüş.
Joe adası
Son olarak da aşağıdaki şekilde ikiye ayrılmış. Uydu görüntüsünün üzerinde Petermann A ve Petermann B olarak gösteriliyorlar. Joe adası dev buzulun yanında adeta toplu iğne başı gibi kalmış. Büyük parçası 152 km2.Kopan parçaları Nasa ve Kanada sahil güvenlik izliyor. Bilim adamlarının tahminine göre en erken 2 yıl içerisinde Kanada sahillerine ulaşması bekleniyormuş. O zamana kadar buzulların eriyebileceğini düşünüyorlar fakat daha iyi hesaplama yapabilmek için gelecek ay buzulun üzerine bazı cihazlar yerleştirip hızını ve erime miktarını ölçeceklermiş. Kopan buzulların ayrıca 120 gün boyunca tüm Amerika'ya içme suyu sağlayabileceğini söylüyorlar.  

Gottman cift terapisi - mutlu evliliklerinin sirlari

Bugun John ve Julia Gottman'in meshur iliski terapisini nasil yaptiklarini dinlemeye gittik. Gottman'lar bir cifti 10 dakika tartismali olduklari bir konuyu tartistirip, %90 dogrulukla bosanip bosanmayacaklarini soyleyebiliyorlar. Ilk olarak Malcolm Gladwell'in Blink kitabinda okumustum Gottmanlari. Meslegim pazar arastirma oldugu icin belki esinlenebilirim diye gittim ve basarili evliligin sirlarini ogrenip geldim. Asagidaki 7 madde imis;
1) Ask haritasi; ciftlerin birbirini iyi tanimasi, birbirlerinin ilgi alanlarini, tutkusu ve hayallerini iyi bilmeleri. Bunu icin onerdikleri direkt esine bu sorulari sorup cevaplarini almak.
2) Takdir etmek ve hoslanmak; esinizin bircok sevdiginiz tarafini kendisine de soyluyor musunuz? Her gun hosunuza giden seyleri saklamayip soylemek gerekiyor.
3) Fark etmek; esiniz ilgi istediginde gostermek. Mesela esiniz "off be gole bak dediginde" en azindan haa demek bile fark ettiginizin, ilgilendiginizin bir gostergesi.
4) Taraflardan birinin sinirlendiginde veya beklenmedik bir tepki verdiginde olaya kotu bakmamak ve esinize sakinlesmesi icin zaman tanimak. Bir taraf negatif oldugunda, diger taraf anlayisli olmali ve bazi negatifliklere izin vermeli. "kesin kotu bir gece gecirdi. Aksam dogru konusuruz, simdi ustune gitmeyeyim" diyebilmek.
5) Evliliklerinin tumunde ortalama olarak sorunlarin %57'si hep vardir ve ortadan kalkmazlarda. Farkli kisiler olmak, farkli yetistirilme tarzlari gibi sebeplerle bu anlasmazliklar hep olacaktir. Onemli olan bu anlasmazliklar oldugunda nasil davranacagini bilmekte. Bunun icin onerileri ise tartismaya kendi hislerini acarak baslamak, sinirli veya heyecanli iken sakinlesmek icin mola almak, taraflarin birbirinden etkilenmeye acik olmalari, inad etmemek, sonradan kavganin uzerine konusmak, eslerin yaptiklari seylerin tarihcesini ve cocukluga dayanan sebeplerini konusmalari.
6) Eslerin birbirini hayallerine saygi duymalari ve olmasi icin caba gostermeleri veya engel teskil etmemeleri.
7) Hayatta esiniz icin onemli degerler neler, olup gittiginde arkasinda birakmak istedigi miras nedir, dunyada tamamlamak istedigi bir misyonu var mi gibi sorukarin cevabini iyi bilmek.

- Posted using BlogPress

Sunday, October 3, 2010

Topkapı Sarayı'na lazer silahı lazım

Topkapı Sarayı'nı yaklaşık 300-400 karga istila etmiş ve sarayın mermerlerine, camlarına, havalandırmalara, kedilere, papağanlara, sincaplara, kablolara çılgın zarar veriyorlarmış. Tepeden kırmak üzere cevizlerini mermerlere atıyorlarmış, mermerler yemyeşil olmuş. Güvenlik görevlilerine göre şimdiye kadar binlerce ceviz kırmışlar bu mermerlerde. Hürriyet'in haberine göre Topkapı Sarayı müdürü İlber Ortaylı kargalardan kurtulmak için Şahin sipariş etmiş. İşe yarar mı gerçekten diye araştırdım. Kargalar Şahinlerden korkarmış gerçekten ama Baykuş'tan daha çok korkarlarmış. Ayrıca 300 karga ile kaç şahin başa çıkabilir ki. Karga sosyal bir hayvan ve birbirini kollar. Gruplaşıp şahinleri def edebilirler gibi geldi bana.
İnternette kullanıcı yorumlarından ve eski Moda semti deneyimimden sonra İlber beye önerim Lazer silahı veya ses aleti alması olacak. Lazer silahı kargalara zarar vermiyor, sadece o kırmızı ışığı üzerlerinde görüp birşey yapamayınca korkuyorlar. Sivrisinek, fare ve gençlerden ses frekansı ile kurtulunduğu gibi kargalardan da kurtulunabilir.
Yalnız tüm bunları okurken bir olaya çok güldüm. Topkapı sarayında güvenlik görevlisi olan Coşkun bey'e kargalar daha gıcık oluyorlarmış. Çünkü Coşkun bey kargaların kırmak üzere attıkları cevizlerden kaçmak yerine hemen alıp ağzına atıyormuş. Nihahaha. Coşkun bey Yaşa!