Tuesday, May 31, 2011

Kim "Ekmek bulamıyorlarsa, pasta yesinler" demiş?

Bu aralar medyada sık sık politika konuşulunca, Marie Antoinette'in ünlü sözü "ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler" önerisini de duyar olduk. Üniversite'de öğretmenlerimden biri doğrusunu anlatmıştı;

1) 1775 yılında Fransız köylüleri ayaklanıp, buğdayın fiyatını çok yükseltiyorlar. Öylesine ki halkın gelirinin %50si ekmeğe harcanır duruma geliyor. Bu durumdaki Fransa'da da tüm tatlı fiyatları ekmeğin altında kalıyor. Yani kadıncağızın önerisi aslen makul.

2) Bu cümle ilk olarak Jean-Jacques Rousseau'nun anı kitabında yazılmış ama o esnada Marie Antoinnette henuz 9 yaşındaymış. Bu cümleyi söylese söylese bir önceki prenses Marie-Thérèse'in söylemiş olabileceği düsünülüyor.

Hep aklıma takılıyor, TVdeki bilgi yarışmalarında halen sorulur ve cevabı hep Marie Antoinnette'tir. Bu tarihi hata ne zaman düzelecek acaba? Kadının kemikleri sızlıyordur, hem de senelerdir.

Kan kırmızı olmasına rağmen, damarlarım neden mavi görünüyor?

Her rengin bir enerji değeri vardır. 

Kırmızı - 171kj
Turuncu - 193kj
Sarı - 206kj
Yeşil - 226kj
Mavi - 254kj
Mor - 285kj




Kan ciğerlerimizden çıktığında açık kırmızı renktedir. Dolaşımını tamamlayıp geri dönerken de oksijeni azalır ve koyu kırmızı renge dönüşür. 

Damarların rengi ise beyazdır. 

Cildimize değen ışık derimiz tarafından emilir, tekrar gözümüze dönen ise ancak yüksek enerjili renklerdir, mavi ve mor gibi. 

Deney: Bir tüpe koyu kırmızı renkte boya koyun. Derin bir bardak sütün içine iyice daldırdığınızda boyanın rengi yine mavi görünecektir. Çünkü sütte de cildimizdeki gibi ışığı emen yağ, protein ve su bulunmaktadır.

Sonuç: Damarlarımız veya kanımız mavi değildir.

Sunday, May 29, 2011

Kaşıkçı elması dünyanın kaçıncı büyük elması?

Kaşıkçı Elması
Ben küçükken annem hep, Topkapı Sarayı'nda dünyanın en büyük 3. elması duruyor derdi. Her gittiğimde hayranlıkla bakıp kalırdım. Dün gece TV'de elmas hırsızlığı konulu bir film izlerken Kaşıkçı elmasından daha büyük olan 2 elmas hangileri diye bakayım dedim. Bir de ne göreyim!! Kaşıkçı elması minicik bir elmasmış... 

Kaşıkçı elması 86 karat büyüklüğünde, yani 17 gram.



Golden Jubilee
Dünyanın en büyük elması - Golden Jubilee 
Dünyanın en büyük elması ise 545 karat, yani 109 gram. İsmi Golden Jubilee ve Tayland Kralı Bhumibol'un 50. yıl kraliyet töreninde verilmek üzere 1997 yılında satın alınmış. Elmas, hem 2. Papa John Paul, Tayland Imamlarının başı hem de Budist rahiplerin başı tarafından kutsanmış. Topraktan çıkma tarihi ise 1985.
4-12 milyon dolar olduğu tahmin ediliyor. Fiyatının bu derece düşük olmasının sebebi ise renginin sarı olması.Hükümet yine de ekonomik sıkıntı içindeki halkı öfkelenmesin diye taşın topaz olduğunu duyurmuş.










Dünyanın ikinci en büyük elması - Cullian 1
Cullian 1, 530 karat büyüklüğünde, yani 106 gram. 1905 yılında 3106 karat (yani 621 gram) büyüklüğünde bir taş olarak bulunmuş. Mücevher olarak kullanılabilmesi için 9 parçaya kesilmiş. Cullian 1 bu parçalardan en büyük olanını. Kesilen bu en büyük parça, İngiliz kralı 7. Edward'a doğumgünü hediyesi verilmiş. İster asasının ucuna takabiliyor, ister broş olarak kullanılabiliyormuş.
Tahmini değeri 400 milyon dolar civarında.

Cullian 1

#3 -  Incomparable diamond 
890 karatlık bir taştan kesilerek elde edilen bu elmasın büyüklüğü ise 407 karat. Tamamen pürüzsüz ve kesimi 2 yıl sürmüş. Elmaslar arasında halka satışma çımış olan tek elmas.
Tahmini değeri 20 milyon dolar.
Incomparable diamond


#4 - Cullian 2. 
Cullian 1'in kız kardeşi olarak anılılıyor. Aynı büyük elmastan kesilen ikinci büyük parça ve İngiliz kraliyet tacının üzerinde (altta) görünen elmas.
Cullian 2

Friday, May 27, 2011

Disney titizliği

19 Mayıs tatilini uzatarak Disneyland'e gittik. Birçok kişinin "Oğlun daha 3 yaşında bile değil... daha anlamaz ki... hatırlamaz... sonra götür... 5 yaşında götür..." gibi nasihatlarını göz ardı edip gittik. İyi ki de gitmişiz. Muhtemelen büyüyünce hatırlamayacak olması doğru (zira 4 yaşından sonra olan olaylar hatırlanıyormuş) ama çılgıncana eğlendiği de kesin. 

Tabi dönünce Disney araştırmamam mümkün değildi. Özellikle hayran kaldığım ise parkta çalışanların tavır ve davranışlarının her daim son derece kibar, yardımsever ve güleryüzlü olması idi. Nedir bu işin sırrı diye araştırdım ve gördüm kü bu mükemmeliyetçiliğe ulaşmak için koskoca bir kitap dolusu kuralları varmış. İşte size bazıları;

- Mickey Mouse ve tüm diğer karakterler asla ve asla konuşamazlar. 
- Bir Disney karakteri asla parkın farklı bir köşesinde olamaz. Yani Pamuk prensesi asla Star Wars mekanında göremezsiniz. 
- Bir noktada aynı anda bir karakterden birden fazla olması kovulma sebebi. Yani aynı anda iki Mickey mouse bir yerde olamaz. 
- Disney'de temizlikçi olarak çalışan kimse yok. Müşteri Hizmetleri biriminin görevi, hem ziyaretçilere yön göstererek, sorularını cevaplayarak yardımcı olmak ve aynı anda kirlenen bir yer varsa tamizlemek. 
- Temizlemenin bile kuralı var; bir görevli asla çöpü almak için eğilip almıyor fakat zarifçe kenara süpürerek almak zorunda. Eğilip tek bir çöpü almak, çöpü atanı kötü hissettirebilirmiş. 
- Yön soran bir ziyaretçiye tek parmak ile işaret ederek yön göstermek yasak. En az iki parmak veya tercihen avuç içini açarak yön gösterilmesi gerekiyor. Zira işaret etmek bazı kültürlerde kötü manada kullanılabiliyormuş. 
- Disney'de dansçı olarak çalışan erkeklerin sakal ve favori bırakmaları, küpe takmaları yasak. Kadınların ise saçlarının bakımlı, tırnaklarının kısa ve ojesiz olması gerekiyor ve ancak küçük mücevherler takabiliyorlar (bilezik yasak). Mor, yeşil, pembe gibi saç renkleri ve dövme yasak. Göz kalemi çekmek yasak. Ziyaretçiler her daim Disney çalışanlarına çekinmeden soru sorabiliyor olmalılar.
- Bir Disney çalışanı asla "Bilmiyorum" diyemez. Bilmediği durumda dahi size yardımcı olmak zorunda. 
- Ziyaretçilerden gelen saçma sorulara dahi son derece kibar bir şekilde cevap vermeliler. Saat 3'te başlayacak gösteri kaçta sorusuna dahi.

Hatırlarsınız belki, Disneyland Paris bir aralar batmak üzere diye bir söylenti dolaşıyordu. Bununla ilgili de bir sunuma rastladım, yaşadıkları en büyük sorunun Fransız kültürü olduğunu yazıyordu. Fransız halkının gülümsemeye pek alışkın olmadığı yazıyordu. Zira benim de gözlemim bir çok Disneyland çalışanının Amerika'lı olduğu idi, en azından konuşanları. 

Yani özet olarak çok iyi vakit geçirdik. Ve bir kez daha Disneyland'in kusursuz hizmetine hayran kaldım. Herkes işini bu titizlikle yapmalı.

Saturday, May 21, 2011

Cumartesi dünyanın sonu mu gelecek?

Harold Camping isimli 89 yaşında bir Hristiyan vaiz 21 Mayıs 2011'de dünyanın sonunun geleceğini iddia ediyor. Camping daha önce de 6 Eylül 1994'de dünyanın sonunun geleceğini (başarısız bir şekilde) tahmin etmişti. 

Bir senedir kasaba kasaba dolaşıp İsa'ya inanma çağrısında bulunan Camping ve arkadaşları dünyanın birçok şehrinde 20.000'in üzerinde açıkhava reklamı yapmışlar. Bu kadar para harcadıklarına göre gerçekten inanıyor olmalılar. 



Peki neden bu cumartesi?
Camping'in hesabı şöyle;

1) Atonement (kefaret) kelimesinin sayısal değeri 5
Completeness (bir bütün olma) kelimesinin sayısal değeri 10
Heaven (cennet) kelimesinin sayısal değeri ise 17
5 x 10 x 17 = 850 (neden çarpıyor bilen varsa açıklasın lütfen)

2) (850)2 = 722,500 (peki şimdi neden karesini aldı?)

3) Camping İsa'nın çarmıha geriliş tarihinin 1 Nisan 33 yılı olduğuna inanıyor. Bu tarihten 1 Nisan 2011 tarihine kadar 1978 yıl geçmiş.

4) 1978'i 365.2422 gün ile çarparsak 722,449 gün eder.

5) Bu tarihe 51 gün eklersek 21 mayıs 2011 ediyor.



www.religioustolerance.org sitesi dahi Camping'in hesaplamasındaki mantığı anlamakta zorlanıyorsa, benim şaşırmam normal sanırım.

Wednesday, May 18, 2011

Yaşayan mimari inanılmaz.

Belgesel sevenler belki bilirler, BBC'de Sir. David Attenborough isimli dünyanın en harika ses ve anlatımına sahip bir belgeselci vardır. (Planet Earth'ü izlediyseniz oradaki ses, sağda.) 

Bugün youtube'da bulunan belgesellerini izlerken çok ilginç bulduğum bir konuya rastladım sizlerle de paylaşmak istiyorum.




Konu: Yaşayan köprüler 



Strangler fig isimli, çok hızlı büyüyen ve kökleri ile her yeri saran bir ağaç var. Lord of the rings filminde bol bol görme şansımız olmuştu. (tam türkçesini bulamadım ama "manyak katil incir ağacı" olsa gerek) Bu ağaç henüz minik bir fidan iken kök salmaya başlıyor ve bulduğu ilk ağaca kökleri ile sıkı sıkı, sarmaşık gibi sarılmaya başlıyor. Ağacı o kadar sıkı sarıyor ki, ağaç sonunda ölüyor. Bunu nasıl becerdiğini izleyince kesinlikle ürperiyorsunuz.  Ama daha şaşırtıcı olanı Hintlilerin ağacın bu çılgın özelliğini nasıl avantaja çevirdiği.

Hindistan'da Meghalaya isimli bir bölge varmış. Bu bölge dünyanın en çok yağmur alan yerlerinden biri. Bu sebeple de dünyanın en çılgın nehirlerine sahip. Burada yaşayan halk zaman zaman coşan nehirler sebebi ile ulaşımda sıkıntı çekebiliyor. Bunu aşmak için Stangler Fig köklerini kullanarak kendilerine yaşayan köprüler inşa etmişler. Ağacın kökü o kadar kuvvetli ki, en çılgın nehirler bile bu köprüyü yıkmayı başaramıyor.


Dahası Strangler Fig ne kadar hızlı gelişse de sonuçta bir agaç. Gelişmesi ve köklerinin uzaması tabi ki nesiller sürüyor. Bu sebeple köprünün bakımını üstlenmiş ailelerde babadan çocuklara geçen bir öğreti. İşte sürdürülebilir mimarlık ve tasarım. 

Fotoğraf olamaz bu? Nasıl ya?

Nambia'da National geografik fotoğrafçısı tarafından çekilen bu fotoğrafa inanamıyorum. Sanki photoshop'ta yapılmışa benzemiyor mu? Bana inanmıyorsanız buyrun National geographic sitesinden bakın.
Arkadaki turuncu renk doğmakta olan güneş. Ağaçların dallarını sanırım develer yemiş. Süper süper.

Tuesday, May 17, 2011

Fosil yakıtlar bitince ne yapacağız?

Geçenlerde Bill Gross'un bir konuşmasını dinledim. Dünyanın enerji ihtiyacını çok net bir şekilde anlattığı ve son derece sonuç odaklı olduğu için çok hoşuma gitti. Öğrendiklerimi sizlerle de paylaşmak istiyorum.


Bir günde toplam ne kadar enerji harcıyoruz?
  • Dünyanın tamamında her gün, 24 saat boyunca toplam 15 terawatt enerji kullanıyor.
  • Dünyada 7 milyar insan var. 15 terawatt'ı 7 milyara bölünce kişi başına düşen enerji kullanımı günde 2200 watt ediyor. 
  • Tabi ki klima, bilgisayar, araba kullanan, uçağa binen bizlerin enerji kullanımı çok daha yüksek; günlük yaklaşık 30.000 - 50.000 watt.
  • Bu enerji ihtyacımızı beygir gücüyle anlatırsak, bir ailenin günlük enerji ihtiyacını karşılaması için her gün 24 saat boyunca, 24 at koşturmasına denk geliyor. 
  • Bu enerji ihtiyacımızın büyük bir bölümünü de yakıt yakarak elde ediyoruz ve bu doğal kaynaklar hızla tükeniyor.


2050'de enerji ihtiyacı ne olacak? 
  • Dünya nüfusunun artma hızının yavaşlayacağını varsayan bir tahmine göre 2050 yılında dünyada 9 milyar insan olacağını varsayalım.
  • Dünyanın gittikçe zenginleşeceğini ve bu zenginleşen nüfusun da araba, klima, bilgisayar gibi ihtiyaçları olacağını öngörebiliriz.
  • Dolayısıyla kaba bir hesapla 2050 yılına geldiğimizde günlük enerji ihtiyacı 50 terawatt'a yükselecek.

2050 yılında gereken enerjiyi nereden bulacağız?
  • Bugün kullandığımız 15 terawatt ile 2050 yılında ihtiyacımız olacak 50 terawatt arasında 35 terawatt'lık bir fark var.
  • Nükleer santral: 1 gigawatt'lık bir nükleer santral santral inşa etmek en az 7 yıl sürüyor. Önümüzdeki 34 sene boyunca her gün bir nükleer santral yapmaya kalksak dahi aradaki farkı kapatamıyoruz.
  • Geothermal istasyonu: Dünyadaki tüm yer altında ısı olan noktalara geothermal istasyonu kursak maksimum 2 terawatt elde edebiliyoruz.
  • Rüzgar enerjisi: Dünyadaki tüm rüzgarlı, yüksek noktalara rüzgar gülleri yerleştirsek 3 terawatt enerji elde edebiliyoruz.
  • Biomass enerjisi: Dünyada tarım yapılan her noktaya biomass fabrikası kursak en fazla 3 terawatt enerji elde edebiliyoruz.

Peki çözüm nereden gelecek? 

Çözüm muhtemelen güneş enerjisinde. Güneş hergün dünyayı 15.000 terawattlık bir enerji ile aydınlatıyor. Bugün derhal güneş enerjisine geçemiyor olmamızın sebebi ise maliyetinin fosil yakıtların 2 katı olması. 10 sene önce güneş enerjisi 4 kat daha maliyetli idi. Yapılan araştırmalar ve tüm çalışmalar sonucunda 2 katına inmiş durumda ve daha da düşürmek için birçok bilim adamı ve girişimci çalışıyor.
Bugün ha dense, ABD'nin tüm enerji ihtiyacı 133 x 133km'lik bir alana PV paneller yerleştirilmesi ile karşılanabiliyor. Avrupa'da benzer. Ama maliyetler el vermiyor.

Güneş enerjisini toplayacak farklı teknolojiler üzerindeki çalışmalar olumlu sonuç verene kadar fosil yakıt tüketmeye devam edeceğiz. Umalım da teknolojilerden biri gezegenimiz elden gitmeden maliyetlerini düşürebilmeyi başarsın.

Wednesday, May 11, 2011

Sodyum siyanür nedir?

Son günlerde Kütahya'daki gümüş madeninde sodyum siyanür setinin yıkılması konusu da gündemde. Sodyum siyanür gümüşü yapışık olduğu diğer madenlerden ayrıştırmak için kullanılıyor.

Peki nedir bu sodyum siyanür?
Görünümü mutfak şekerine benzeyen bir kimyasal. Günümüzde en yaygın olarak kullanılan altın ve gümüş çıkartma yöntemi. Siyanür oksijeni tüketerek etkileştiği için çevreye ve insan sağlığına zararlı bir kimyasal. Neyseki siyanür güneş ışığı gördüğünde etkisini kaybediyor ama içindeki bazı bileşkeler yıllarca doğada çözülemiyor.

2000 yılında Romanya'da Baia mare'de yaşanan benzer bir siyanür sızıntısında, Romanya'daki Someş nehri ve Macaristan'daki Tizsa nehirlerinde tüm doğal yaşamı öldürdü. 2 yıl sonra ekosistem kendini yenilemeye başlasa da, Macar balıkçılar halen ancak beşte bir oranında balık bulabildiklerini söylüyorlar. Baia mare felaketi Avrupa'da Çernobil'den sonra en büyük felaket olarak anılıyor.