Wednesday, March 28, 2012

Tarihi çöplerle yok etmek - Böylesi görülmedi

Tarihte ilk defa parasını basan 3 kentten birinin kalıntılarının üzerine ÇÖPLÜK kuruluyormuş. Eski çağ tarihçisi Prof. Dr. Veli Sevin'in konuya ilişkin yazısını aşağıda bulabilirsiniz. 

Prof. Dr. Veli Sevin - 11 Şubat 2012 - Küçük Menderes Gazetesi
Geçen gün 4 Şubat Cumartesi tarihli Küçük Menderes Gazetesi'nde Türkönü Köyü muhtarı sayın Cengiz Şen'in feveranını görünce dayanamayıp eşim Prof. Dr. Necla Arslan Sevin ve iki arkadaşla birlikte Ödemiş belediyesinin yeni "Katı Atık Döküm Alanı'na" gittim. Ödemiş-Kaymakçı yolunun 10. kmsinde Türkönü köyü sınırları içinde, karayolunun 1 km kadar kuzeyinde. Hazırlıklar başlamış, levhası bile dikilmiş yol kenarına. Az ilerideki tepeler ve eteklerinde ise antik bir ören yerinnin kalıntıları yer alıyor. Adı Neikaia...
Neikaia, bir diğer şekliyle Kilbianol-Neikaia yani Yukarı Küçük menderes halkı Kilboslular'ın Neikaiası. Bölgeye adını veren Kilbos, Küçük Menderes'in en büyük kolu olan bugünkü Kadın Deresi'nin antik ismiydi. Bursa yakınındaki bugün İznik adını taşıyan Nikaia'dan ayrılabilmesi için ona Kilboslular'ın Neikaiası adı verilmişti. Çevredeki kayalara oyulmuş oda mezarlarından anlaşılacağı üzere kuruluşu MÖ. VII yy'a Lydia Krallığı dönemine değin uzanıyor. Nereden bakarsanız bakın yaklaşık 2500 yılı aşan bir tarih söz konusu. Roma imparatorluğu döneminde Küçük Menderes havzasının doğu ucunda yaşayan yerli aşiretleri, köy topluluklarını iskan etmek, kent kültürüne geçişlerini sağlamak amacıyla geliştirilmiş ve büyütülmüştü. Bölgemizde kendi adına para basabilmiş üç kentten biri. En eski parası MÖ I. yy tarihlidir. Bazı paralarının arka yüzünde Sağlık Tanrısı Asklepios'un ve çoğu kez de oğlu kabul edilen cüce Telesphoros'un resimleri bulunuyor. Hastalıktan kurtulma, nekaheti simgeleyen bir tanrı. kentin bir tür sağlık merkezi olarak kabul edildiği anlaşılıyor. MS. V. yyda Efes metropolitiğine baülı bir psikoposluk merkeziydi. Neikaia antik kentinin bölgemiz için son derece önem taşıyan bir yerleşim alanı olduğu belli. Henüz belgelemeye yönelik ciddi bir araştırmaya konu olmamış, kesin sınırları da saptanmamış. Duyuyoruz ki şimdi bu tarih hazinesi üzerine bir çöplük kuruluyor ne yazık ki. 
Yer seçimini kimler yaptı bilmiyorum ama bu yöredeki en uygun olmayan yeri seçtikleri de açık. Küçük menderes havzasında çok fazla antik kent kalıntısı yoktur. Olanların üzerine de çoğu kez modern kasabalar kuruludur. Koloe-Kiraz, Palaiapolis- beydağ, Dioshieron-Birgi ve Hypaipa-Günlüce antik kentlerinin acıklı durumları ortada. Arkeolog eli değmemiş ve Ödemiş için gelecek vaad eden en uygun eski eser alanı burasıdır.  İleriki yıllarda arkeolojik yönden rahatlıkla kazılıp açılabilecek bu eşsiz sahayı yitirmeden çok düşünmek gerekir. Ödemiş bindiği dalı kesmemelidir. Konunun ayrıntıları hakkında henüz hiçbir bilgim yok fakat ne olursa olsun antik bir ören yerinin eteklerine kalabalık bir nüfusun çöplerini dempolamak olacak iş değil doğrusu. Anımsayabildiğim kadarıyla Türkiye'de ilklerden biri olacak. Bu çağda tarihini göz göre göre çöplerle yok eden bir zihniyetin varlığını görmek bir ödemişli olarak beni derinden yaralıyor. Bu konudaki gelişmeleri izlemeye devam edeceğim. 

Sunday, March 11, 2012

42 nedir?


Bilindiği gibi yaşamla ilintili birçok sorun vardır, bunlardan en çok bilinenleri, insanlar niye doğar? Niye ölür? Niye aradaki zamanın büyük bir kısmını dijital saat taşıyarak geçirmek isterler? 
Milyonlarca yıl önce hiper zeki bir varlık soyu yaşamın anlatımına ilişkin giriştikleri ağız dalaşına köklü bir çözüm getirmeye karar verdiler. Kendilerine görkemli bir süper bilgisayar yaptılar. Bilgisayar öylesine muazzam bir zekaya sahipti ki daha veri bankaları bağlanmadan önce 'düşünüyorum öyleyse varım' dan başlayarak sütlacın ve gelir vergisinin varlığını çıkarsayacak kadar ileri gitmişti. Bilgisayarın adını Derin Düşünce koydular. 
Ve Derin Düşünceye sordular 'Yaşam, Evren ve herşeyin anlamı nedir?'  
Cevabın hesaplanması 7.5 milyon yıl sürdü... 
Süre dolduğunda milyonlarca insan cevabı duymak üzere toplanmıştı. 'Yedibuçuk milyon yıl ırkımız Büyük ve Umutlu Aydınlanma Gününü bekledi. Yanıt Günü' Coşkulu kalabalıktan çığlıklar kopuyordu. Kürsüdeki bir adam 'Artık hiçbir zaman sabahaları uyandığımızda Ben kimim? hayattaki amacım nedir? diye sormayacağız' dedi. Herkes nefesini tutup bekliyordu.  
Ve Derin Düşünce açıkladı .... 'Hayat, Evren ve Herşeyin yanıtı 42'
Doğru soruyu sormadıklarını fark eden zeki yaratıklar, soruyu bulabilmek için daha da büyük bir bilgisayar yaratırlar. Dünyayı...


Bugün Douglas Adams'ın doğum günü. Kült bilim kurgu kitaplarından Otostopçunun Galaksi rehberinin en mühim bölümünü paylaşarak kendisine selam göndereyim istedim. Ayrıca 42'nin ne olduğunu bilseniz de iyi olur. 

Saturday, March 10, 2012

İlk topuklu ayakkabı


Neredeyse herşeyde olduğu gibi ilk topuklu ayakkabı da yine Mısırlılar tarafından asaletin bir göstergesi olarak giyilirdi. Romalılar zamanında ise topuklu ayakkabılar yerini tiyatrocular ve hayat kadınlarının giydiği mantar platform ayakkabılara bıraktı. Orta çağlarda ise hem kadınlar, hem erkekler takunya giymeye başlandı. Takunya'nın asıl amacı ise pahalı ayakkabıların ve ayakların temiz kalması idi. 
1400'lü yıllarda tekrar ortaya çıkan platform ayakkabılar ilk defa Türkiye'de kullanılmaya başlandı ve buradan Avrupa'ya yayıldı. Bu platform ayakkabılar sadece kadınlar tarafından giyiliyordu ve o kadar yükseklerdi ki baston veya yardımsız yürümek neredeyse imkansızdı.  

1500'lü yıllarda ise topuk daha çok ata binenlerin botlarında kullanılmaya başlandı. Binicilerin botlarındaki topuk, ata binerken ayakların üzengiden kaymasını engellemek amacı ile kullanılıyordu. 

Bugünkü topuklu ayakkabıları moda dünyasına kazandıran ise (1519-1589) Catherine De Medici'dir. Kısa boylu ve çok güzel olmayan Cathrine, 14 yaşında iken Fransa kralının en büyük oğlu ile nişanlandığında prensin aşık olduğu başka bir kadın olduğunu biliyordu. Düğünde hem Fransız halkını, hem de prensi etkilemek amacı ile zarif topuklu, mücevherlerle süslenmiş ayakkabılar yaptırdı. Düğün bittiğinde topuklu ayakkabılar moda olmuştu bile. Topuklu ayakkabılar yine hem kadınlar, hem erkekler tarafından kullanılmaya başlandı. 

1700'lü yıllarda ise Fransa kralı Loui, sadece soyluların kırmızı topuklu ayakkabı giyebileceğini ve hiç kimsenin kendisinden daha yüksek topuklu giyemeyeceğini emretti.

1791'de Napolyon eşitliğin göstergesi olarak topuklu ayakkabı giymeyi yasakladı ve 1860'lara kadar topuk popülerliğini yitirdi. Dikiş makinasının icadı ile topuk tekrar moda dünyasına geri döndü.

Guinness rekorları arasındaki en yüksek ticari topuklu ayakkabı 51cm topuğu ile Hintli James Syiemiong'a ait.