Saturday, May 29, 2021

İstanbul'un fethi

Ya ben İstanbul'u alırım, ya da İstanbul beni.”

Osmanlı imparatorluğunun  henüz 21 yaşındaki padişahı II. Mehmet...

Ya da daha çok bilinen adıyla “Fatih Sultan Mehmet.”..



Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethetme isteği sadece hırslı karakteri ve gençliğinin verdiği ateş sebebiyle değildi. O da bütün şehzadeler gibi Hz Muhammed’in  İstanbul’un fethini müjdeleyen hadisleri ile büyütülmüştü. Bu hadislerden en bilineni şöyledir;

Istanbul mutlaka feth olunacaktır. Onu feth eden asker, ne güzel asker; feth eden kumandan, ne güzel kumandandır.”

Daha önce de birçok Osmanlı padişahı İstanbul’u almaya çalışmış ama başaramamıştı. Şehir karadan geçmeyi imkansız kılan kalın surlarla, denizden de Haliç’e girişi engelleyen demir zincirlerle korunmaktaydı. Denizin akıntısı çok kuvvetli olduğundan gemilerin Haliç'e girmeden kıyıya yaklaşmalarına olanak tanımıyordu. Kısacası İstanbul'u feth etmek her yiğidin harcı değildi.


Sultan Mehmet, ilk olarak Anadolu Hisarının tam karşısına Rumeli Hisarını yaptırdı ve Anadolu'dan gelecek Türk ordularının yolunu güvence altına aldı. Istanbul’un aşılmaz olarak bilinen surlarını devirebilmek için, o güne kadar görülmemiş büyüklükte havan topları döktürttü . Bu devasa topların taşınması için Edirne ve Konstantinapolis arasındaki yol neredeyse yeniden yapıldı. Donanma kuruldu. Balkan devletlerine ordular gönderilerek gözdağı verildi ki Istanbul'a yardım etmeyi akıllarının köşesinden geçirmesinlerdi.  


Durumun giderek ümitsizleştiğini gören Bizans İmparatoru, surların önüne geniş hendekler açtırmış, Haliç'in güvenliğini sağlamak amacıyla da girişine zincir çektirmişti.

1452 yılında Osmanlı Imparatorluğu, Bizans Imparatorluğuna savaş ilan etti. Osmanlı ordusu Istanbul’u ve civarındaki kaleleri kuşatmaya başladı. Şubat 1453’te dev toplar Edirne’den taşınmaya başlandı. 5 Nisan 1453’te Sultan 2.Mehmed’in komutasındaki 100.000 kişilik Osmanlı ordusu Istanbul’a doğru harekete geçti.


Teslim olmaları için gönderilen elçilerin Bizans’tan red cevabı ile dönmesi ile havan topları surları dövmeye başladı. Şehri kilometrelerce kuşatan surlarda gedikler açıldıkça, Bizanslılar duvarları yeniliyordu.


Haliç ve Karaköy arasına çekilen zincir de Osmanlı donanmasını durdurmuştu. Sultan Mehmed’in atakları binlerce kayıpla geri püskütülüyordu. 


Istanbul Osmanlı’ya teslim olmuyordu. Ama Sultan’ın da yenilgiye teslim olmaya niyeti yoktu.


21 Nisan gecesi padişah hocalarını ve komutanlarını toplayarak savaşın seyri hakkında görüşlerini sordu, hepsini tek tek sakince dinledi. Toplantının sonunda verdiği emir sadece askerlerini degil; yüzlerce yıl tüm dünyayı kendine hayran bırakacaktı. Sultan 2.Mehmet Haliç'e gerilmiş zinciri aşamayan 72 parça kadırganın karadan yürütülerek zinciri aşırtılmasını ve Haliç’e indirilmesini emretti...

Biz Peygamber müjdesini gerçekleştirmeye geldik. Biz Sultan Murad Han oğlu Mehmed Han'ız. Allah'ın izni ve yardımı ile imkansızı mümkün yaparız. Davranın, amele bulun, usta bulun! Dolmabahçe'den Beyoğlu sırtlarına doğru geniş bir yol açın. Yol boyunca kızakları döşeyin. Cenevizliler'den yağ alıp kızakları yağlayın. Amma çok gizli tutun. Bizans bu durumu fark etmemeli.



Hemen Dolmabahçe'den Beyoğlu sırtlarına uzanan bir yol yapıldı. Kızaklar döşenip, yağlandı. Gemilerin altına konacak arabalar hazırlandı. Çok sayıda manda ve öküz sağlandı. Ve bir gece içerisinde donanma Haliç'e indirildi. Sultan’ın verdiği emri takip eden sabah donanma Haliç'ten ateşe başlamıştı. 


(birçok saygıdeğer kaynakta gemilerin kızaklarla taşınması olayı için efsanedir denilmektedir. Ama güzel bir hikaye olduğu için ve halen halkın büyük bölümü tarafından inanıldığı için anlatmaya değer diye düşündüm :) ama benim anladığım aslında böyle bir olayın gerçekleşmediği) 


Ard arda yapılan hücumları takiben padişah 28 Mayıs’ta büyük taarruz için emir verdi. Aylarca süren kuşatma yüzünden çok bitkin olan Osmanlı ordusu, artık sadece imanları sayesinde savaşıyordu.  Ulubatlı Hasan isimli yeniçerinin aldığı ölümcül yaralara rağmen, Bizans surlarınin tepesine Osmanlı sancağını dikmesi Bizanslılar için kırılma noktası oldu. Topkapı önünde gürzü ile savaşan Sultan Mehmed, toplarının  deldiği surlardan şehre girdi. 





Istanbul nihayet Osmanlı’nın olmuştu....


Sultan Mehmed şehre girdikten sonra ilk olarak Ayasofya’ya yöneldi. Sanki şehir soluğunu tutmuş, yeni sahibini selamlıyordu. Ayasofya’nın önünde atından indi ve gözyaşları içinde "Bundan sonra tahtım, İstanbul'dur!" diye buyurdu. 




Bu zaferden sonra Fatih ünvanını alan Sultan Mehmed ilk olarak Ayasofya’nın 3 gün içinde camiye dönüştürülerek Cuma namazına hazır edilmesini buyurdu. Şehrin hiç bir şekilde zarar görmesini istemiyordu. Ayasofya’nın mozaiklerinin bile tahrip olmaması için sadece kireç ile kapatılmasını emretti. 


Fatih şehrin yarısını savaşarak almıştı ama diğer yarısı da barış içinde teslim olmuştu. Osmanlılar barış içinde teslim olan halka asla zulüm etmezler, ibadethanelerine dokunmazlar veya islama dönmeleri için zorlamazlardı. Artık Osmanlı’nın olan Istanbul’dan kaçan  Rumların evlerine geri dönmesi sağlandı, Patrikhanelerin yeniden açılmasına , yahudiler için de hahambaşlık kurulmasına izin verildi.  


Akıllı ve adil bir hükümdar olan Fatih Sultan Mehmet, Bizans’ın son donemlerinde yıpranan ve fakirleşen Istanbul’da hızlı bir  imar faaliyetine girişti. Yıkılan surlar onarıldı, vakıflar, medreseler ve camiler yapıldı. Bakımsız kalan Ayasofya tamir edilerek orijinali neredeyse bozulmadan camiye dönüştürüldü. 


Dünya sahnesinden Bizans medeniyeti çekilirken, Osmanlı artık gerçek bir imparatorluk olmuş, Istanbul gibi bir başkente sahip olarak dünyadaki saygınlığını artırmıştı. 


Wednesday, May 19, 2021

Aşı tarihi

Bugünlerde dünya Covid aşı kampanyaları ile meşgulken, bundan yaklaşık 400 yıl önce atalarımız çiçek hastalığını dünyadan yok etmek için benzer bir yarış ve dayanışma içindelermiş. Arada yüzyıllar olsa da, birçok benzerlik bulduğum bu geçmişi belki benim gibi merak edenleriniz vardır.


İLK AŞI UYGULAMALARI 

Çiçek aşısı uygulamasına ilk olarak 1600'lü yıllarda Çin imparatorluğunda rastlanıyor. Çocukluğunda kendisi de çiçek hastalığı geçirmiş olan imparator K’ang His, iki oğlunu da çiçek hastalarından alınan cerahatin burun deliklerine sokulması yöntemi ile aşılatıp, herkesin aşılanması için de halkına duyuruda bulunmuş.

Burundan uygulanan ilk çiçek aşısı 


Dünyadaki ilk aşı destekçisi yönetici de yine Çin İmparatorluğundan çıkmış;  İmparator K'ang. 

"Hükümranlığıma sunulan aşılama metodu, siz oğullarım, kızlarım, akrabalarım üzerinde başarıyla uygulanıp, mümkün olan en mutlu sonuçla çiçek illetine galip gelmiştir. Başlangıçta, bu aşıyı bir iki kişi üzerinde denettiğimde, bazı yaşlı kadınlar beni savurganlıkla suçlamışlar ve son derece kati bir şekilde aşılamaya karşı çıkmışlardır. Bu başkaldırı karşısında gösterdiğim cesaret milyonlarca kişinin sağlığını ve hayatını kurtarmıştır. Bu benim çok gurur duyduğum, son derece önemli bir meseledir." İmparator Kang



Aşı tarihinde Türk kocakarılarının da önemli bir yeri olduğunu biliyor muydunuz?

Her sonbahar ayı kadınlar evlerde toplanır, çiçek olan hastalardan aldıkları cerehatleri çocukların kol veya bacaklarında açtıkları çiziklere sürerek uygularlardı. Bu kocakarı uygulamasının işe yaradığına şahitlik eden Osmanlı’nın İngiliz büyükelçisinin karısı olan Lady Mary Wortley Montagu yöntemi İngiltere’ye getirdi. İlk başlarda Montagu’yu ve getirdiği kocakarı ilacını ciddiye almasalar da, 1712 yılında çıkan bir salgın esnasında Wales Prenses’i Lady Montagu’ya kulak verir ve iki kızını bu kocakarı yöntemi ile aşılattırır. Çocuklarda olumlu sonuç veren yöntem, yetişkinlerde denenmek üzere 7 idam suçlusuna uygulanır. Birer doz çiçek aşısı verilen idam suçlularına daha sonra tam doz çiçek hastalığı bulaştırılır. Adamlardan hepsinin sapasağlam olduğu görülünce aşı rüştünü ispatlamış sayılır ve yayılmaya başlar. (İdam suçluları da özgürlüklerine kavuşur)



Fakat bu ilk aşının yan etkileri de vardır. Bejamin Frankin'in 1759 yılında bastırdığı broşürde de anlatıldığı üzere, aşının koruyuculuğu yüksek fakat tam değildir. Halkın bir bölümü, bugün olduğu gibi aşıdan korkar ve yaptırmayı red eder. 





Amerikan halkının aşılanmaya karşı olan negatif tutumu Ingiliz ordusunun avantajı olur. İngiliz kumandan, Kanadalı gönüllüleri aşılar ve Amerikan ordularına çiçek bulaştırmaları için gönderir. 10.000 kişilik Amerikan ordusunun yarısı çiçek hastalığı sonucunda hayatını kaybeder ve Kanada Amerika’ya bağlanmaktan kurtulur. Bugün Kanada bağımsız bir devlet olmasını bu uğursuz hastalığa borçludur. Dönemin Amerikan başkanı Adams çiçek hastalığı ile ilgili şöyle demiştir;

"Kanada'da karşılaştığımız talihsizlikler taştan kalpleri dahi eritmeye yeter. Çiçek hastalığı İngiliz, Kanadalı ve Kızılderililerin toplamından 10 kat beterdir.  Quebec'den çekilmemizin sebebi budur."

Kanada’da yaşanan bu olay sonrasında, komutan George Washington çiçek hastalığı geçirmemiş tüm askerlerin zorunlu olarak aşılanmasını emreder. Yavaş yavaş aşı diğer eyaletlerde de zorunlu hale getirilmeye başlar. Hatta aşı olmayanlara 1500dolar para cezası veya 6 ay hapis cezası uygulanması getirilir.

GELİYORUZ EDWARD JENNER'A

Edward Jenner 1976 yılında aşıyı bulan ilk kişi olarak tarihe geçmiştir.

İngiltere’de Gloucestershire’da yaşayan Jenner, kasabasındaki sütçülerin ciltlerinin her daim çok pürüssüz olduğunu ve neredeyse hiçbirinin çiçek hastalığı geçirmediği gözlemleyerek, sebebini araştırmaya başlar. Soruşturmaları sonucunda bir inek hastalığı olan sığır çiçeği hastalığı geçirdiklerin çiçek hastalığı geçirmediklerini öğrenir. Sığır çiçeği hastalığı ile çiçek hastalıkları aynı familyadan gelmektedir. Siğır çiçeği bir cilt hastalığıdır ve çiçek hastalığından daha hafif seyri vardır. Jenner bu bilgiyi gözlemlemeye ve araştırmaya başlar. Uzun bir süre gözlemledikten sonra birgün Sarah Nelmes isimli, sığır çiçeği geçirmekte olan bir hasta kapısını çalar. Artık deney yapma fırsatının ayağına geldiğini düşünen Jenner, Nelmes’in yaralarından cerahat alarak, bahçıvanının 8 yaşındaki oğlu James Phipps’i sığır çiçeği ile aşılar. Birkaç hafta sonra James’i çiçek aşısı yöntemi ile aşılar. James dönemin çiçek aşının yan etkilerini dahi göstermez. Jenner deneyi başka kişiler üzerinde de deneyip, geçerliliğine ikna olur. Yan etkisi olmayan, ölüme sebep vermeyecek bir aşı bulunmuş, çiçek hastalığından kurtulma imkanı doğmuştur.


Jenner’ın bahçıvanın oğlunu aşıladığı önemli anı ölümsüzleştiren tablo



AŞININ YAYGINLAŞTIRILMASI 

Jenner hayatının geri kalanını aşıyı duyuracak yazılar yazarak ve haftada bir bahçesinde yoksulları ücretsiz aşılayarak, dünyayı çiçek hastalığından temizlemeye gayret ederek geçirir. Jenner bir mahalle doktorudur ve çiçek hastalığı aşısının nasıl yapıldığını tüm meslekteşlarına öğretip, dünya çapında kulaktan kulağa, elden ele bu yöntemin uygulanmasını ve çiçek hastalığının ortadan kaldırılmasını amaçlar. İnsanlığa örnek olması gereken bu davranışı ile Napolyonu dahi etkiler. İngiltere ve Fransa’nın savaşmakta olduğu dönemde, Jenner Napolyon’a bir mektup göndererek, savaş tutuklusu olan iki İngiliz dostunun serbest bırakılmasını rica eder. Sevgilisi Josephine’in de desteği ile Napolyon “Bu adam ne isterse istesin, red edilmemelidir” buyurduğu bilinir. Here here!

Wellcome trust arşivinden


1800 yılında Harvard profesoru Waterhouse, Amerikan başkan yardımcısı Thomas Jefferson’un onayı ile aşıyı Amerika’da denemeye başlar. Waterhouse, Jenner gibi cömert biri değildir, kapitalisttir. Aşıyı tekelleştirip, büyük gelir elde etme niyetiyle, aşıyı para ile satmaya ve yöntemi öğrettiği doktorlardan pay almaya başlar. Aşı fiyatları artınca, halk iptidai yöntemlere başvurur ve ilkel yöntemlerle aşıyı çoğaltmaya, uygulmaya çalışırlar. Fakat bilinmeden yapılan bu uygulamalardan 68 kişi hayatını kaybedince durum sarpa sarar. Durumun vehameti karşısında diğer doktorlar da İngiltere’den aşı yöntemini öğrenip, Waterhouse’un tekelini kırmayı başarırlar.

Dünyanın dört bir yanında aşı kampanyaları çoğalır ve yıllar içinde zorunlu hale gelmeye başlar. Zorunlu aşı uygulamasını ilk olarak Napolyonun kız kardeşi, sonrasında da 1853 yılında İngilizler tarafından zorunlu hale getirilir.
Bugün halen bebeklere doğumununun ilk 3 ayında yapılan çiçek aşısı, kolumuzda hayat boyu bıraktığı izle bizlere güvende olduğumuzu hatırlatıyor.

Covid aşısının izi de kalmıyor.

Hadi sıra bize gelse de, biz de olsak.


Monday, May 17, 2021

Einstein'in aşk hayatı ne çalkantılıymış be kardeşim

Einstein, dünyanın en yaratıcı, en zeki adamlarından biri. Hem tatlı, hem barışçıl, hem de bilim dünyasını köklerinden sarsmış bir bilim insanı. "Mükemmel, çılgın, bilim adamı". En azından hep böyle bildik. 

New York Times'da yayınlanan habere göre Einstein son derece bencil ve çapkın bir adammış. Hele bir okuyun da, kendi kararınızı kendiniz verin.


İLK EVLİLİĞİ

Albert'in ilk karısı üniversitedeki sınıf arkadaşı Mileva Maric. 1903 yılındaki evlilikleri öncesi Mileva hamile kalmış ve İsviçre'ye giderek evlilik dışı doğan bu bebeği evlatlık vermiş. 2015 yılında ortaya çıkan aşk mektuplarından anladığımız kadarı ile Albert bu sıralarda Marie Winteler isimli bir kadına sırılsıklam aşıkmış. Nasıl olmuş da Albert Marie ile değil de, Mileva ile evlendiğini bilmiyoruz. Yıllarca mektuplaşmışlar. Mileva ikinci çocuğuna hamile iken dahi Albert Marie'ye aşk mektupları yazmaya devam ediyor ve sık sık evliliğinden ne kadar memnuniyetsiz olduğunu dile getiriyormuş. Albert'in Mileva ile evliliğinden iki oğlu var; Hans Albert ve Eduard.
 
İŞLER KARIŞIYOR...
Albert Einstein'ın ikinci karısı Elsa Einstein, hem anne tarafından, hem baba tarafından kuzeni imiş. (Fotoğraflarına bakın gerçekten birbirlerine ne kadar çok benziyorlar. Ama merak etmeyin Einstein'ın tüm çocukları ilk karısından.)


Albert de, Elsa'nın ikinci kocası. İlk kocasından iki kız, bir oğlan çocuğu olmuş. Ne yazık ki, oğlu doğumundan kısa bir süre vefat etmiş. Elsa ve Albert'in ilişkileri Albert halen ilk karısı ile evli iken başlamış ve iki yıl boyunca devam etmiş. (Sanıyorum ki, Albert zaten Mileva ile mutlu değilmiş, Marie tarafından yüz bulamamış ve teselliyi Elsa'da bulmuş. Tabi ki benimkisi spekülasyon)

Albert boşanmak istediğini karısı Mileva'ya söylediğinde, Mileva boşanmayı yaklaşık 5 sene boyunca kabul etmemiş. Albert o esnada kazandığı Nobel ödülünün tamamını karısı Mileva'ya devrederek, 2 oğlunu (ki biri şizofren) ve karısını terk edip Elsa'ya koşmuş sanıyoruz. Ama aslında durum daha da karışık.   

YOK ARTIK!

Albert iki senelik evlilik dışı ilişkinin ardından kuzeni Elsa ile evleneceği yerde, Elsa'nın 20 yaşındaki kızı Ilsa'ya evlilik teklifinde bulunuyor. Ilsa'nın mektuplarından Albert'in kendisine deliler gibi aşık olduğu, kabul ederse annesini terk edip kendisi ile evlenmeyi tercih ettiğini, eğer kabul etmezse annesi ile evleneceğini, annesinin eğer Ilsa isterse onay verdiğini, fakat Ilsa'nın Albert'i hiç çekici bulmadığını öğreniyoruz. Anlaşılan Ilsa mektubunda yazdığı gibi, teklifi red etmiş ve  Albert de Elsa ile evlenmiş. (zavallı ELsa?)

Elsa evlilikleri boyunca Albert'in koruyuculuğu görevini üstlenmiş. Randevularını organize etmiş, gazetecileri yönlendirmiş, Albert hasta olduğunda ona iyi bakmış. Fakat Albert Elsa'ya da bağlı kalmamış. Elsa ile evli kaldığı süre boyunca 6 farklı kadınla karısını aldatmış. Dahası, Elsa hastalandığında Albert ne yapmış dersiniz? (Einstein'in biyografisini yazan Walter Isaacson'a göre) kendisini çalışmalarına adamış! Tam bir hödük! 

EFSANE Mİ, GERÇEKLİK Mİ?

Einstein'in özel hayatı size neler düşündürdü bilmem ama ben Einstein'ın dahi hatalar yaptığını öğrenmekten gayet mesud oldum. Görecelik kuramı da böyle birşey değil miydi zaten?  (bkz: shadenfreude) Einstein gibi kitaplardan, medyadan öğrendiğimiz kişilerin de hataları olduğunu bilmenin, özellikle gelişme çağındaki çocuklar için de çok faydalı olduğunu düşünüyorum. Babasını süpermen, annesini Meryem ana diye bilen çocukların yerine koyun kendinizi. Bir de üzerine dünyanın en zeki insanı Eintein, en vizyoneri Atatürk, en başarılısı Gates, en zengini Bezos, en çok takipçisi olan Pewdiepie vs vs... Hangisini rol model seçsek, işimiz bir o kadar imkansız görünüyor. Hedefi ulaşılır kılmak için yeri geldiğinde çocuklarımıza kendi hatalarımızı da, kahramanların hatalarını da anlatmalıyız diye düşünüyorum. Zira o zaman çocuklarımız da hata yaptıklarında kendilerini daha kolay affeder ve yaptığı hata altında ezilmeden yoluna devam edebilirler. 

Einstein'in özel hayatını öğrenmek size ne düşündürttü? Paylaşırsanız sevinirim, merak içindeyim. :) Şimdiden paylaşımınız için teşekkür ederim. 

Sunday, May 16, 2021

Travesti ne demek?

 46 yaşındayım ve “travesti” nin ne demek olduğunu daha yeni öğrendim.

Başka bir şey eklemeye de aslında gerek yok. Tek bir cümle, cinsellik konusundaki bekaretimizi yüzümüze vurabilecek kadar yeterli. Bu eksikliğin sadece bana has olmasını ve “Ay Selin ne kadar da cahilsin” denebilmesini yeğlerdim doğrusu. Fakat cinsellik Türkiye’de rahatça tartışılan ve kabul gören bir konu olmadığı için bilgi seviyemiz düşük kalıyor. Kulaktan dolma bilgiler ile konuyu bastırıyor, cinsel olarak tutuk ve önyargılı bir hale geliyoruz.

Bu sayede varlığını öğrendiğim LGBT.Wiki.org tanımına göre Travesti, karşı cinsin kilik kiyafetini giyen ama illa ki kendini homoseksüel veya transeksüel olarak tanımlamayan kimselere deniyor.

Geçen gün Tate Modern sanat müzesinin Youtube sayfasında gezinirken İngiltere’de Turner sanat ödülüne layık görülmüş, eserleri 1 milyon dolar civarında alıcı bulan ve İngiltere’de yılın sanatçısı seçilmiş Grayson Perry isimli bir seramik sanatçısına denk geldim. Seramik vazo ve kilimler üzerine rengarenk ve bol desenli hikaye anlatımları ile öne çıkıyor. Söyleşiye, moda öğrencileri tarafından dizayn edilmiş abartılı ve taşkın kıyafet ve makyajıyla katılmıştı. Kıyafeti ile Oz büyücüsü veya Alice Harikalar diyarından fırlayıp gelmiş gibiydi. Hiçbir seksiliği olmadığı gibi, daha çok teyze izlenimi veriyordu.

Kaynak: TLS via © Chesnot/Getty Images
Kaynak: TLS via © Chesnot/Getty Images


Grayson Perry, İngitere'de tanınan bir psikoterapist ile evli, bir de kızları var. 

Fotoğraf: Steven Hatton

Özellikle ülkemizde cinsellik konusunda konuşulmayan birçok gri alan var. Aslında herkes spektrumun farklı bir yerinde dursa da, spektrumun sadece iki ucunu konuşup duruyoruz. Halbuki arada birçok renk, birçok farklı duruş ve his yaşanıyor. Cinsellik spektrumunu 30cm’lik starndart bir cetvel gibi düşünelim. Sıfır noktası 100% erkek, 30 noktası %100 kadın olsun. Santim olarak düşünsek arada 28 farklı seviye var. Milimetre olarak düşünsek yüzlerce. Biz ise insanları spektrumun iki tarafına gruplamaya çalışıyoruz. Kadın mısın, erkek mi, yoksa diğeri mi? Diğer kutusunun içi aslında çok kalabalık ve rengarenk. Hatta insanların bir çoğu belki de bu orta grupta. Fakat bu orta grubu görmezden geliyor, kutuplardan ne kadar uzak ise kişiyi o kadar dışlıyoruz.

Durum batıda çok daha kabul görür durumda olmasına rağmen, tamamen çözülebilmekten de halen çok uzak. Bir İngiliz olan Grayson Perry’nin annesi, karısına “sen ne kadar zavallı bir kadınsın ki travesti bir adam ile evlendin” demiş. Sen gel dünyaca ünlü sanatçı ol, Tate müzesinde eserlerin bulunsun, İngilterenin en iyi sanatçısı seçil, fakat annen halen travesti olmanı içine sindiremesin! Yazık.
Biraz da Grayson’ın asıl konuşulmayı hak eden seramik ustalığından bahsedelim; en iyi tanınan eseri Brexit vazolarından…

Perry, Brexit tartışmalarının ayyukta olduğu sırada Avrupa Birliği’nde kalmak isteyenler ve ayrılmak isteyenlere bir soru yöneltmiş; İngiltere’nin Avrupa Topluluğunda kalmasını veya çıkmasını istemenizi en iyi tanımlayan İngiliz sembolleri, figürleri, renkleri hangileridir? Halkın gönderdiği cevapları da iki vazonun üzerine işlemiş.

Kaynak: Guardian

Öncelikle dikkat çeken vazoların ne kadar çok benzer öğe içerdiği. İkisi de mavi, ikisinde de sahil yürüyüşüne çıkmış aileler, köpek gezdiren insanlar, publar, yumurta, bacon ve çaydanlık var. Birlikte kalmak isteyenlerin vazosunda Gandhi, Obama, Shakespeare gibi barış ve sanat çağrışımlı kişiler yer alırken, ayrılmak isteyenlerin vazosunda Churchill, Kraliçe gibi İngiliz ikonları ve kahramanları yer alıyor. Churchill’in AB kurucularından olması da işin cilvesi olsa gerek.

Grayson’ın çocukluğunu ve gençliğini anlattığı bir de kitabı var.


 

Kaynak: Timeout via Victoria Miro Gallery

Kaynak: Independent.co.uk


Saturday, May 15, 2021

2. Dünya Savaşında kaç kişi öldü?

Bilmemek ayıp değil, öğrenmemek ayıp diyerek kendimi teselli etmeye çalışsam da, muvaffak olamıyorum. Düne kadar 2.dünya savaşı hakkında meğer ne kadar az şey biliyormuşum. Tabi ki Hollywood filmleri sayesinde Holokost, Nürnberg mahekemleri, Hiroşima, Pearl Harbor olaylarına biraz olsun hakimim. Hatta Nürnberg, Berlin ve Hiroşima'ya gidip barış fenerlerini atom bombasının atıldığı 6 Ağustos'ta nehre bırakmışlığım bile var. E daha bilecek ne olsun ki diye düşünüyordum ki, Netflix'de yayınlanan Renklendirilmiş 2.Dünya savaşı belgeselinin iki sezonuna denk geldim. O günden beri adeta bu konuya çakıldım, okuyorum da okuyorum. 

Ilk olarak bilmeyen kalmasın, duyduk duymadık denmesin diye aşağıdaki grafiği hazırladım. 

Kaynak: Wikipedia

2.dünya savaşında toplam 75 milyon kişi ölmüş. 

Dile kolay. 

Ve bu sayının 27 milyonu Ruslara ait. 

Dahası 27 milyonun sadece 11 milyonu asker, gerisi sivil.


Rusların 2. dünya savaşı ile çilesi öncelikle kendi liderleri Stalin ile başlıyor. Yaklaşık 1 milyon Rus, Stalin yönetimine karşı geldiği için öldürülmüş veya Sibirya'ya sürülmüş. Bu ölenler öyle sıradan halk da değilmiş. Stalin, rejimine karşı tehlike arz edecek komutan ve bilim adamlarını hedef almış. O zamana kadar gerek teknoloji, gerek ekonomik ve askeri olarak kuvvetli olan Rusya, 1 milyon yönetim kademesinden insanı kaybedince ekonomik olarak oldukça sarsılmış.  

Hitler Yahudilerden nefret ettiği kadar, Rusya'daki komunist rejimden de bir o kadar korkuyormuş. İç savaş ile zayıflamış olan Stalin'ın elinde ne yeterli tank, ne yeterli komutan varmış. Bunu fırsat bilen Hitler ezici sayıda tank ve jetleri ile Rusya'ya saldırmaya karar vermiş. 

Almanları yenecek sayıda silah, bomba ve tank yapımı için zamana ihtiyacı olan Stalin Rus halkından yardım istemiş. Gazetelerde Almanların Yahudi kamplarının resimlerini yayınlamış, sıranın onlara geldiğini söylemiş.  Ruslar Stalin'e bayıldıklarından değil ama öncesinde ülkelerine sahip çıkmak, Almanlara karşı durmak, kuşatma altındaki şehhirlere yardım götürmek için, sonrasında da kendilerinden önce savaşa giden ailelerinin fedakarlıklarını boş çıkarmamak için gürül gürül senelerce cepheye akın etmişler. 4 yıl boyunca günde ortalama 20bin insan yitirerek, kendilerini Alman tanklarına resmen kalkan yapmışlar. Bu uzun oyalama süresince Stalin ordusunu yeniden inşa etmiş, tanklarını, toplarını, bombalarını yığmış ve kafi geldiğini düşündüğü zaman Alman güçlerinin üzerine adeta öfke kusmuş ve Alman ordusunu telef etmiş. Ne yazık ki çok geç gelen bu yardım, Leningrad'da yıllardır kuşatma altında açlıkla mücade eden 12 yaşındaki Tanya, biricik annesi ve ailesini kurtarmaya yetişememiş. 

Günlüğü Nürnberg mahkemelerinde delil olarak gösterilen Tanya, bakın yaşadıklarını nasıl aktarmış;

Zhenya Aralık 28'de öldü, öğlen

Nenem Ocak 25'de öldü, saat 3'de

Leka Mart 17'de öldü, sabah 5'de

Vasya amca Nisan 13'de öldü, sabah 2'de

Lesha amca 10 Mayıs'ra öldü, akşamüstü 4'te

Annem Mayıs 13'de sabah 7:30'da...

Herkes öldü

Sadece Tanya kaldı 

Zavallıcık, annesinin yanına öldü yazmaya eli gitmemiş. Çok hüzünlü.

İkinci dünya savaşı Ruslar için bir kurtuluş savaşı. Büyük Fedakarlık diye de adlandırıyorlar ve her yıl büyük bir askeri törenle kutluyorlar. Tören benim gibi turistler için biraz ürkünç ve biraz da garip hissettirebiliyor.  Düşünün ki tüm trafik durmuş, Moskova sokaklarından oluk oluk,saatlerce tank ve nükleer başlıklar akıyor. Halk da kaldırımda sıralanmış, sessiz ve sakin bir şekilde bu güç gösterisini izliyor.





Son birkaç sene içinde tanklara ve tüfeklere ek olarak, şehitlerin aileleri de omuz omuza tüm Rusya sokaklarında yürüyüşe çıkmaya başlamış. Düşünsenize, bir gün gelecek Moskova yollarında tanklar yerine milyonlarca Rus yan yana yürüyecek ve atalarına hepimiz adına teşekkür edecek. Ruslar Hitleri durdurmuş olmasaydı, bugün dünyanın hali nasıl olurdu acep? (gerçi bunun dizisini yaptılar di mi:))

İkinci dünya savaşında incelenecek, anılacak daha çok fazla fedakarlık ve insanlık ayıbı var. Benim sıramda ise 20 milyon insanını kaybeden Çinlilere ne olduğunu araştırmak var. 

İstiklal madalyalı dedemin  sözüyle paylaşımımı sonlandırmak istiyorum "Helal olsun İnönü'ye! Bizi savaşa sokmadı".  Wikipediaya göre 2. dünya savaşında ölen Türk sayısı İnönü sayesinde 200 kişi ile sınırlı kalmış. Kendilerine teşekkürü borç bilirim. Nur içinde yatsınlar.